23 Nisan 2014 Çarşamba

NİĞDE'DE BİR HAFTA SONU....

Türkiye’de gitmediğim şehir ve görmediğim az yer kalmıştır diye düşünüyordum.

Ancak Niğde’yi gezdikten ve sahip olduğu tarihi ve kültürel değerlerini gördükten sonra, görmediğim çok, ama çok yerin olduğuna kanaat getirdim. Yalnızca Türkiye’yi gezmek bir ömre sığmaz. Bu arada dünyayı da dolaşıyorum, ama Türkiye’nin sahip olduğu tarihi, kültürel, doğal ve insan zenginlikleri ile hiç bir ülkenin boy ölçüşemeyeceğine olan inancım her geçen gün biraz daha artıyor.

O kadar büyük bir zenginliğe sahibiz ki, emin olun yerin altında olanlar üstünde olanlardan fazla. Gezdikçe görüyoruz ki Türkiye’de yoğun bir arkeolojik kazı, restorasyon ve müzecilik faaliyeti var. Yapılan kazı çalışmalarından elde edilen bulguların muhteşemliği bizi ne kadar sevindiriyorsa, bazılarının yarım kalmalarına ve hatta doğal olaylardan ve diğer sebeplerden dolayı tahrip ya da yok olmalarına o kadar üzülüyoruz. Bu kadar çok sayıda tarihi hazineyi ortaya çıkarmak uygun mu acaba diye bazen kendi kendime soruyorum. Çünkü onlara yeteri kadar bakamamak ve gelecek nesillere aktaramamak endişesi taşıyorum. Belki bazılarının ortaya çıkarılmasını, gelecek nesillere bırakmak daha iyi olabilir. Açıkta iken tarihi eserlere doğa ne kadar acımasızsa, örttüğünde o kadar korumacı olabiliyor.

Anlayan eller tarafından gerçekleştirilmiş güzel bir restorasyon gördükçe keyif aldığımız kadar, keşke restorasyonu hiç yapılmasaydı da kendi haline bırakılsaydı dediğimiz çalışmaları gördükçe üzülüyoruz. Tesisin ne olduğunu anlatan kocaman uygunsuz bir plakayı bir sanat şahaserinin duvarlarına makkapla delik açarak yerleştiren zihniyeti kınıyoruz. Özellikle cami yanında tuvaletlerin bulunmasını yadırgıyoruz. Belki modern, temiz ve sağlık kurallarına uygun olsalar göz yumabiliriz, ama çok kötü durumda olmalarının bu sanat eserlerine ve dini yüceliğe ters düşmelerinden kaynaklanan tezatlığa izin verenleri ve ilgisizliği anlayamıyoruz. Şu elektrik ve telefon hatlarını çirkin görüntülerinden kurtarıp daha uygun yapamazmısınız ve daha sonra da kontrol altına alamaz mısınız diye soruyoruz.

Niğde, benim Türkiye’de görmediğim birkaç şehirden birisi idi. Nedendir bilinmez Ankara’ya da yakın olmasına rağmen hiç gitmedim. Belki Niğde’de görülecek ne olabilir ki, ya da daha sonra da görebiliriz düşüncesindendir. Ancak gidip gördükten sonra bunların ne kadar yanlış olduğunu anladım ve kendi kendime de kızdım. Emin olun Türkiye’nin her yeri görülmeye değer. Her yerinde ayrı bir güzellik ve zenginlik var. Ben genelde gezilerimde yaşlılarla ve gençlerle konuşurum. Yaşlılardan, yani ilk ağızdan o bölge ile ilgili eski doğru haberleri, gençlerden ise bu günün ekonomik ve sosyal hayatını öğrenirim. Genelde broşürde yazılanlar reklamlara girer. Çoğu zamanda okumam.

Niğde’de de yaşlılarla ve gençlerle konuştum. Özetle Niğde, ekonomik olarak pek kalkınmış yöremiz değil, dışarıya göç veriyor. Evlerinin harap hali, şehre terk edilmiş bir görüntü katıyor. Bu da iş sahasının yeterli olmadığı anlamına geliyor. Birçok yaşlı Niğdeli, bana zenginleri olduğunu, ama bunların Niğde’ye yatırım yapmadıklarını söyledi. Her hallerinden onlara kızgın oldukları belli oluyordu. Anadolu insanını çok seviyorum. Dobra dobra. Bunları bana söylerken akıllarında hiç bir kötülük yok. Yalnızca Niğde’yi çok seviyorlar. Ben de onları. Gençler sorularıma gözlerini kaçırarak cevap veriyorlar, ama hallerinden memnun değiller.

Niğde’ye giderken ilk önce Kemerhisar (Tyana)’a uğradık. Burada uzayıp giden su kemerlerini göreceğiz. Ancak daha evvel şehrin içerisindeki Roma hamamının harabelerini gezmek istedik. Kazı çalışmaları devam ettiğinden korumaya almışlar ve kapısına da kilit vurmuşlar. Anahtarı aradık. Birisi almış, yanında taşıyormuş ve Niğde’ye gitmiş. Korumacılığı görüyormusunuz? Hamamı gezemedik ve fotoğraf çekemedik. Bu yazımda oradan da bahsetmek ve bir fotoğrafı ile yazıma renk katmak isterdim. Olmadı.

Doğru su kemerlerine. Bütün ihtişamı ile bizi bekliyorlar. Hakikatten görülmeye değer tarihi bir eser. Doğal olaylara ve ondan daha acımasız olan insan tahribatına kafa tutar gibi hala ayaktalar. Anadolu, süprizlerle dolu bir ülke. Nerede, ne ile karşılaşacağınız hiç belli değil. Bir anda göz kamaştırıcı bir değerle karşı karşıya geliyorsunuz. Su kemerleri de buna verilecek en güzel örneklerden birisi. Bu güne kadar burada bu müstesna eserin varlığından haberdar olmamam ve görmememin tek nedeni cahilliğim.
Biraz ilerde de açık alanda inşa edilmiş Roma havuzu var. Bakımlı ancak üç metre yanına inşa edilmiş restoranın orada ne işi var? Anlamadık.

Burayı da gördükten sonra, hemen Roma havuzunun yanındaki tepeye doğru yürümeye başlıyoruz. Burası Köşk Höyük. Burada kazı yapan genç karı-koca arkeolog bize büyük bir heyecanla anlatmaya başlıyorlar. Duydukları heyecanı ses tonlarından, aldıkları keyfi gözlerinden anlıyoruz. Onlarla gurur duyuyoruz. Bize böyle insanlar lazım. Yaptıkları iş kolay değil. Sabır, dayanıklılık ve özveri istiyor. Onlarda hepsi var.

Köşk Höyük’te yapılan kazılar neticesinde, neolitik-kalkolitik çağlarda yani M.Ö. 6000-3000 yıllarında burada insanların yaşadıkları ortaya çıkarılmış. Bu insanların taş ve kerpiçten bir yerleşim planına göre yaptıkları evler, Anadolu’nun Yakındoğu ve Ege’de en gelişmiş kültüre sahip olduğunu ortaya koyuyor. Burada binlerce yıl evvel taştan evlerde yaşayan insanlara rağmen, Kemerhisar’daki birçok insanın hala kerpiç evlerde yaşaması ve bazılarının yeni evlerini yalnızca başlarını sokmak için estetikten ve güzellikten yoksun yaparak bunlarda yaşamaları düşündürücü. Kazılarda çıkarılan toprak kaplar üzerine yaptıkları kabartmalar, plastik sanatında insanoğlunun 8000 yıl öncesindeki zevkini ve zeka pırıltılarını göstermesi açısından çok önemli. İnsan, o zamanda bile var olan sanat ateşine ve yaratıcılığa saygı duyuyor. Demek ki yaratmak, insan doğasında sonradan değil insanoğlunun ilk varolduğu günden beri var. Yaptıkları boncukları bu günkü en ince iğnenin geçemeyeceği kadar delmiş olmaları, binlerce sene önce geldikleri seviyeyi göstermesi açısından gösterişli bir ipucu. Kazılardan elde edilenler, Niğde Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.

Yeri gelmişken Niğde Arkeoloji Müzesinden bahsetmek istiyorum. Türkiye’de birçok arkeoloji müzesi gördüm ve bu müze sıralamada kesinlikle en başlarda yer alacak bir müze. Bu müzeye emeği geçenlerin tümünü kutluyorum. Çok güzel tasarlanmış ve insanı çok iyi bilgilendiren bir müze. 2003 yılında Avrupa’da yılın müzesine aday gösterilmiş. Ancak ödül alamamış. Niğde’nin zengin tarihi kaynaklarını bulundurması açısından da çok zengin. Görmeyenler için görülmesi gereken bir müze. Özellikle çocuk mumyaları ilgi çekici. Kapıdan girişte Hitit Fırtına Tanrısı Teşup, kollarını açmış sizi kucaklar gibi. M.Ö. 4883 yılına ait olduğu belirlenen Köşk Höyük Kalkolitik Evi’nin bire bir kurgusu görülmeye değer.

Niğde şehri içerisinde sanat değeri yüksek taç kapısı ile Ak Medrese, etrafının çöplerle sarılmasına rağmen hak ettiği değerin kendisine verilmesini hüzünlü gözlerle bekler gibi. Ancak onurundan ve ihtişamından hiç bir şey kaybetmemiş. Böyle bir esere sahip olan kaç şehir var? Kıymetini bilmek lazım. Birkaç kişinin bilmesi ile olmaz. Bir gün eserlerin duvarlarına yazı yazılmaz ve kazınmazsa, o gün herkes sahip demektir.

Gümüşler kasabasında yer alan Gümüşler Manastırı’nın yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 8-12. yüzyıllar arasında yapıldığı kuvvetle tahmin edilmekte. Büyük bir kaya kilisesinin içerisine oyularak yapılan manastır, bu güne kadar iyi korunarak gelmiş. Kilisenin duvar resimleri ile sütun boyamaları görülmeye değer. Girişte avlunun sol tarafında bulunan yeraltı şehrindeki havalandırma ve megafon şeklindeki haberleşme sistemi, bir zamanlar burada sürekli bir yaşamın mevcudiyetinin etkili delilleri.

Niğde’ye yaklaşırken sol tarafımızda kalan Hasan Dağı’nın karlı muhteşem görüntüsü bizleri etkiliyor. O muhteşem doruğundaki bulut kümesi, bir taç gibi. Buranın kralı benim diyor sanki. Görüntüsü ile hak etmiyor değil. Biz de, bizi karşılayanın kral olmasından gurur duyuyoruz. Yaşasın kral.

Niğde’nin içi görülmeye değer tarihi eserler ile dolu. Sungur Bey ve Alaaddin Camileri’nin taç kapıları birer sanat şahaseri. Sungur Bey Camisi’nin kapısındaki sanatın önünde saygı ile eğiliyoruz. Girişinin iki tarafındaki hayvan figürleri, Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya getirdikleri inanışlarının yansıması. Türkiye’yi gezerken, bir çok yerde bu gibi davranışların sanat eserlerine ve günlük hayata yansımalarını hep gördük. Bu figürler ile farklı bir görüntü kazanan kapıdaki işleme sanatı, insanı büyülüyor ve hipnotize ediyor. Alaaddin Camisi’nin taç kapısında sanatkarın büyük bir zeka fışkıran kadın figürü görülmeye değer.

Kale ve bu iki cami ne kadar bakımlı ve o kadar takdire şayan ise de, yakınında bulunan Prodomos Rum Kilisesi’nin durumu o kadar yürekler acısı. Bu kadar güzel tarihi eserlerin yanında bu durumda olan bir tarihi eserin mevcudiyeti insanı üzüyor. Kilisenin kapısı açık, hiçbir korumaya alınmamış. Sütunlar ve duvarlar yıkılmak üzere ve içerisi çöplük gibi. Ayrıca daha eskiden hemen yanında tarihi bir manastır var iken yol açmak ve istinat duvarı yapmak için yıkmışlar. Bu manastır, şimdi yol altında kalmış. Niğde’de yapılanları gördükten sonra, bu kilisenin de en kısa zamanda hak ettiği iyi duruma getirileceğine inancım yüksek.

Niğde’de kaleye ilaveten daha başka birçok türbe, cami ve kilise gezdik. Fertek ilçesindeki camiye çevrilen kiliseyi de gördük. Buradaki duvar resimlerinin hala muhafaza etmelerini saygı ile kutladık. Ayrıca bunları saklamadaki kullandıkları usulü takdir ettik. Bunu düşünebilen insanların varlığının ne büyük kazanç olabileceğini gördük. Mutlu olduk.

Ankara’ya dönerken arkeolog arkadaşlar bizi hala kazılarını yürüttükleri Acem Köy’deki Acem Höyük’e götürdüler ve geniş bir şekilde buradaki kazılardan ve buluntulardan söz ettiler. Buradaki kerpiçten yapılmış iki sarayı gezdik. Büyük bir yangın geçirdikleri hikayesi ile hüzünlendik.

Yazımın başında da belirttiğim gibi Anadolu’da her köşede bir sanat ve tarihle karşılaşmak mümkün. Yazımın başında buna süpriz diyordum, ama artık demiyorum. Bu Anadolu’da başınıza gelebilecek en doğal olay. Ancak Anadolu’yu gezerseniz.
Hepinize saygılarımı sunar, hoşça kalın derim.













Olay SALCAN
Gezi Yazarı
24 Nisan 2011 Pazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder